Elbette ki bebeklerin beyni bizim kadar karmaşık çalışmaz. İstekleri ve duygusal ihtiyaçları erişkinlerden çok daha basittir. 5.aydan itibaren bizleri duyarlar. Her söylediğimizi anlamaları mümkün değildir ancak zihinsel gelişimleri ses tonumuzu çok kolay ayırt edecek şekilde gelişmiştir. Ses tonumuzdan stresli veya gevşemiş ve mutlu olduğumuzu ayırt edebilirler. Ayrıca stres sırasında salgıladığımız hormonların onlara da ulaşması nedeniyle bu hormonların kendilerine oluşan etkileri de öğrenirler.
Huzurlu bir annenin salgıladığı hormonlar bebeklerimizde de gevşeme etkisi yaratır. Mutlu annelerin bebekleri mutluğun tadını bilirler. Devamlı stres altındaki annelerin bebekleri ise sürekli salgılanan stres hormonlarının yarattığı rahatsızlık nedeni ile kendilerini güvensiz bir ortamda hissederler.
Dış dünyanın tüm etkileri bebeklere anneleri vasıtasıyla geçer. Sesler bile annenin bedenini geçtikten sonra onlara ulaşır. Bu aşamada en çok duydukları ses annenin kalp atımlarıdır. Tüm fonksiyonlarını yaşarken, tüm sesleri duyarken ve kendince tüm duygularını hissederken annenin kalp atım sesi sürekli onların yanındadır. Bebekler bir şekilde normal, sağlıklı ve mutlu olan kalp atımlarını ayırt ederler. Bu kalp atımları sayesinde uykuya dalarlar, oynarlar ve dinlenirler. İnsan beyni erişkinde olduğu gibi fetüste da çoğu bilgiyi sembolize ederek bilinçaltına koyar. Burada sakin bir kalp atışı sakinliği, güvenliği ve sevgiyi sembolize eder.
Sakin atan huzurlu bir anne kalp sesi bebekleri sakinleştirdiğine göre, acaba bu sesler doğum sonrasında bebek bakımında da etkili olabilir mi?
Bunun için bir çalışma yapılmış. Bebeklerin toplu odalarda bırakıldıkları dönemde yapılan bu çalışmada hastanedeki bebek odalarının birine her gün teypten sakin anne kalp atışları yayınlamışlar. Pozitif bir etki bekliyorlarmış ancak etki düşündüklerinden daha büyük olmuş. Bebekler daha fazla yemişler, daha fazla kilo almışlar, daha iyi solunumları olmuş, daha az ağlamışlar ve daha az hasta olmuşlar.
Elbette kalp atımlarınız sizin elinizde olmadan artar veya azalır. Kalp atımımızı kontrol etmemiz zor. Ancak bunun kolay bir yanı var; duygularımız. Duygularımızı daha iyi anlayabilir ve onlarla daha etkili çalışabiliriz. Duyguların bedenimizde yarattığı etkilerle bebeğimizin gelişmekte olan beyninde pozitif ya da negatif yönde etkiler bırakırız. Bunu bilmek bile davranışlarımızı bir kez daha gözden geçirmek için yeterli bir sebeptir.
Bebeklerin bilinçaltının daha anne karnındayken oluştuğu artık biliniyor. Bu yüzden gebeliğiniz sırasında siz farkında olmadan bebeğinizin karakteri üzerinde büyük etkiler bırakıyorsunuz. Bu etkiler bilinçli anne-babalarda pozitif olurken, diğerlerinde travmalar şeklinde bebeğinizin bilinçaltına yerleşiyor. Bu konu artık prenatal yani doğum öncesi travmalar olarak inceleniyor.
Hatta bu konuda uzmanlaşmış psikologlar bu travmaların minimumda yaşanması için anne ve baba eğitimleri veriyorlar. Çocuk psikologları çocuklarda oluşan sorunlarla ilgili çocuklar hakkında konuşurlarken, prenatal psikologlar daha doğmamış çocuğumuzun pozitif gelişimi için çalışıyorlar.
Tabii bu demek değil ki aklımıza gelen her heyecan dolu şeyde veya anlık streslerimizde bebeğimiz derhal negatif etkilenecek ve bu etki ömür boyu sürecek. Hayır, bu böyle olmuyor. Günlük hayatın stresi karşısında salgıladığımız hormonlar da bebeğe geçerek onların yavaş yavaş bu değişimlere uyum sağlamasını sağlıyor. Yani bebeklerin anne karnında karşılaştıkları stresler onların yaşama uyumlarını kolaylaştırıyor.
Negatif etkilerin bebekte ömür boyu kalıcı olabilmesi için şartlı reflekse dayalı öğrenme tekniklerinin etkili olması gerekir. Yani negatif etkilerin belli bir süre tekrarlanması sonucu bebeğin bunu öğrenmesi gerekir. Bu aşamada en fazla iz bırakan etki bebeğin istenmemesidir. Bebekler bir şekilde bunu algılıyor.
Bir olayda bebeğin doğumdan sonra annesini emmediği görülmüş. Ne yapılırsa yapılsın bebek anneyi ve memeyi reddediyor ve asla emmiyormuş. Bu konularla yakından ilgilenen doktorunun aklına bir fikir gelmiş. Yeni doğum yapmış bir anneden bebeği emzirmesini rica etmişler. Bebek tanımadığı halde bu yeni anneyi derhal kabullenerek istekli bir şekilde memeyi emmiş. Konuyu araştırmak için doktor bebeğin annesi ile detaylı konuşarak hamilelik dönemin sorgulamış; herhangi bir enfeksiyon veya travma araştırdığında bulamamış.
Ancak konu daha derinleştirildiğinde annenin aslında bebeği asla istemediği, gebeliğe hazır olmadığı ve tamamen eşinin zoruyla hamile kaldığı ve tüm hamileliğinden nefret ettiği ortaya çıkmış. Yani bebeğimiz tüm gebelik boyunca reddedilme duygularıyla büyüdüğü için zarar görebileceği düşüncesiyle kendisini istemeyen bu anneden kendini sakınmaya çalışıyor ve reddediyor. Bebekler işte bu kadar detaylı bir bilinçle doğuyor. Elbette bu bebek ve anne arasında sevgi dolu bir bağ kurulacaktı ancak bunun uzun bir zaman alacağı çok açık olarak bellidir.
Evet, bebekler anne karnında öğrenirler hatta sizinle iletişim kurarlar. Bir çalışmada önce bir gürültü karşısında bebeklerin tekmelediklerini keşfetmişler. Oysa rahimde titreşim yaratan bir alet kullanıldığında bu cevap oluşmamış. Daha sonra önce gürültü, hemen ardından da rahimde titreşim yaratacak bu aleti kullanmışlar. Bebekler her gürültü ve ardından titreşimden sonra tekmeleyerek cevap vermişler. Bir süre sonra gürültü olmadan sadece titreşimler tekmeleme cevabını almak için yeterli olmuş.
Bu çalışma bebeklerin anne karnında öğrendiklerinin bir kanıtı ancak öğrenebilmeleri için düzenli bir tekrar gerekiyor. Bu tekrarlar bebeğinizin bilinçaltında bazı etkiler bırakıyor. Bu yüzden erişkinlerde saptanan aşırı korkular, takıntılar gibi bazı davranış bozukluklarının araştırılması aşamasında anne karnı ve özellikle doğum anına kadar inilebiliyor.
Yine bir çalışmada sigaranın bebek davranışları üzerindeki etkisi araştırılırken annenin her sigara içmeyi düşündüğünde bebekte gerginlik hali saptanmış. Bu durumda bebeğin kalp atışları hızlanıyormuş. Bu gerginlik daha anne sigara içmeden yani sadece sigara içmeyi düşündüğünde bile oluşuyormuş. Elbette bebek annenin sigara içip içmediğini göremez ama beyni yeterince geliştiğinden sigara ve kendinde yarattığı negatif etkiler arasındaki bağlantıyı kurabilir. Bunu kanda düşen oksijen seviyesinin annede yarattığı kötü etkilerden bilir.
Daha da kötüsü bebek üzerinde oluşan psikolojik etkiler çok önemlidir. Kronik bir belirsizlik ve korku yaşar. Bu acı verici olayın ne zaman ve ne şiddette olacağını yaşayana kadar bilemez. Tekrarlanan bu ve benzeri negatif olaylar onda derin bilinçaltına yerleşmiş şartlı gerginlik-sinirlilik sendromu yaratır.
Belki de bu yüzden bebeklerimizin bazıları doğar doğmaz huysuz ve huzursuz bebek damgası yiyor olabilir mi?
Bu bilgilerin en güzel yanı şartlı öğrenmeyi pozitif yönde kullanabileceğimizdir. Bilinçli bir aile tüm bu farkındalıklarla bebekleri üzerinde kalıcı pozitif etkiler bırakabilirler. Buna en güzel örnek bebeğin anne karnında müzik dinlemesi ve öğrenmesidir. Anne karnında sakin müzik dinleyen bebekler bu müzikle rahatlarlar ve bu müziği öğrenirler. Doğum sonrasında da ne kadar gergin ve ağlayan durumda olurlarsa olsunlar bu müziğe gevşeme ile cevap verirler.(Bizde eğitim alan ailelerimizde bu tür tecrübelere çok rastladık. Burada önemli olan aynı müziğin tekrarlanmasıdır.)
Bir müzisyene röportaj sırasında müzikle ne zaman ilgilenmeye başladığını sorduklarında anne karnında başladığını söyleyince açıklamasını istemişler. Piyanist olan bu kişi önüne hiç çalmadığı bir parça gelmesine rağmen daha nota sayfalarını açmadan bu parçanın notalarını görebildiğini ve hatta anında çalabildiğini fark etmiş. Daha sonra bu konunun üzerine gittiğinde araştırmaları anne karnındaki yaşamına kadar gitmiş. Kendisi gibi piyanist olan annesinin ona hamileyken sürekli bu parçayı çaldığını öğrenmiş.
Buna benzer bir olayı geçenlerde bir hastamdan dinledim. Anne karnında öğrenme konusunu açtığımda bana ilk çocuğu hakkında yukarıdakine benzer bir olay yaşadığını heyecanla anlattı. Hamileliği sırasında bebeğine dinlettiği ancak daha sonra bir daha hiç çalmadığı bir parçayı çocuğu 4 yaşlarına geldiğinde kendiliğinden söylemeye başlayınca çok şaşırmış. Çocuğu bu parçayı hiç dinlemediği halde ezgilerini tam olarak söylemesinin anne karnındaki öğrenme etkisiyle olduğuna çok emindi.
Pozitif etkilenime bir örnek de annenin kendini güvende hissetmesidir. Güven gerek hamilelikte gerekse doğum sırasında annelerimize verilebilecek en değerli hediyedir. Sevilen, değer verilen ve korunduğunu hisseden annedeki pozitif etkilerin tümü bebeğe hem doğal olarak geçer hem de bilinçli olarak verilebilir. Kendine güvenli ve sıcak bir ortam yaratan anneler duyguları, hayalleri, rüyaları ve düşünceleriyle oluşturdukları pozitif etki sayesinde bebeklerinin ileri yaşamdaki hayatını etkiler.
Bu aşamada anneyi etkileyen her şey bebeği de etkiler. Gebelik sırasında karşılaşılan en büyük sorun eşini reddeden, değer vermeyen ve gebeliğin tüm sorumluluğunu anne üzerine yükleyen bir baba adayıdır. Bu kavram babaya bebeğin karakterinin gelişiminde daha anne karnındayken büyük bir sorumluluk yükler. Onlardan beklenen görev aslında çok ta büyük değildir; anneye sevgi ve güven vermek, bebekle iletişim kurmak. Bebekle erken kurulan ilişki anneye güven ve sevgi verir, bu da bebekte pozitif etkilerin başlangıcı demektir.
Artık bebeklerin bağ kurulması halinde babalarını da daha anne karnındayken tanıdığını biliyoruz. Bununla ilgili okuduklarımızın yanı sıra kendi hastalarımızda yaşadığımız tecrübeler de baba-bebek ilişkisinin anne karnında sağlanabileceğini bizlere ispatlıyor. Yani bebekler anne karnındayken bile ona sevgi veren, onunla konuşan babalarını doğumun ilk dakikalarında bile sesinden tanıyabiliyorlar. Doğumdan sonraki ilk dakikalarda bile bebekler babalarının sesini tanıyabiliyorlar. Bu da onlarda “güvendeyim” hissini yaratıyor.
Bu yüzden doğumdan sonraki dünyayla tanıştığı ilk dakikalarda bebeğin kendini güvende hissetmesi açısından mutlaka anne kucağı ve sesiyle ilişkisi hayati bir öneme sahiptir. Annenin bunu sağlayamadığı durumlarda (sezaryen, bayılma gibi) bu görevi babanın üstlenmesi gerekir.
Erken kurulan bu baba-bebek bağı babada kendine güven ve geçmişten gelen negatif etkilerin silinmesi açısından önemlidir. Ayrıca erken kurulan bu bağ sayesinde doğumdan sonra özellikle saygı ve değer görme açısından erkek arkadaşlarıyla sık sık dışarda vakit geçirmeye meyilli babalarda bu kısırdöngü kırılır. Bebeğine vakit ayıran, onunla iletişim kuran, sorumluluklarının farkında babalar haline gelirler.
Evet, bebekleriniz anne karnındayken sizlerle ilişki kurmaya çalışıyorlar. Sizlere seslerini duyurmak için kelimelerden çok hareket kabiliyetlerini kullanıyorlar. Çok yorulduğunuzda dinlenmenizi istiyorlar. Bunun için oynamayarak tepki veriyorlar. Yüksek sesli kötü bir müzikte aşırı oynayarak rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Huzurlu olduğunuzda sakin hareketlerle size eşlik ediyorlar ve kendilerini sevgiyle hissettiriyorlar. Aç kaldığınızda sessizlikle tepki vererek sizi yemek yemeye teşvik ediyorlar. Ve daha bilmediğimiz kim bilir neler yapıyorlar.
Anne karnında bebeklerin ihtiyaçları büyüklerinki gibi karmaşık değildir. Tek istedikleri sevildiklerini hissetmek, güvenli bir ortamda olduklarını bilmektir. Kendinizi 9 ay bir odada duygusal, dokunsal ve sosyal tüm ihtiyaçlarınızın karşılanamadığı bir ortamda hissedin. Kendinizi terk edilmiş gibi hissedersiniz. Sağlığınız ve sosyal yapınız yavaş yavaş bozulur. 9 ay sonra ne kadar negatif etkileneceğiniz apaçık bellidir. Bebekler yeterince iletişim kurulmadığında kendilerini aynı durumda hissederler.
Bunu engellemek için sizden çok basit bir şey isterler; onlara dokunmanızı ve onlarla konuşmanızı. İnanın bu kadar basit bir iletişimin etkilerini bile daha doğumun ilk dakikalarında keşfedeceksiniz. Bebekleriniz sizin sesinizi ve kalp atımlarınızı hissettiği andan itibaren güvenilir bir dünyaya adım attıklarını yürekten hissedecekler, hayata daha bir pozitif destekle başlayacaklar.
Bebeklerimize daha doğmadan saygı duymamız ve kendi yaşamımızı düzenleyerek onların anne karnındaki huzurunu arttırmamız gerekiyor. Anne karnı, doğum anı ve ilk 3 yaşta bebeğiniz üzerindeki etkileriniz onların geleceğini belirleyecektir.