İsmet Bozdağ – Atatürk Gibi Düşünmek Özeti

atatürk gibi düşünmek
KİTABIN ADI                   Atatürk Gibi Düşünmek
KİTABIN YAZARI            İsmet BOZDAĞ
YAYINEVİ VE ADRESİTekin Yayınevi Tekin Yayın Dağıtım San. Ltd.
BASIM TARİHİ               1999
KİTABIN YAYIM MAKSADI   Atatürk’ün Metodolojisi

KİTABIN ÖZETİ

Atatürk büyük adamdı. Büyük adamlar büyük dağlar gibidir, onlardan uzaklaştıkça haşmetleri ortaya çıkar. İnsanlar, Atatürk’ ün çevresinde etkilenirlerdi. Başka bir düşünce seviyesine ulaşırlar, başka bir dinamizme kavuşurlardı. O kadar ki, kendi bilgileri ve kendi fikirleri sanıp, O’ nun bilgileri ve fikirlerini konuşmuş ve uygulamışlardır.

Atatürk, temel düşüncesinde dünyanın değil, memleketin sorunlarını çözmeye çalışıyordu. Onun için her şeyi ülkesi açısından incelemiş, değerlendirmiş, uygulama elverişliliklerini gözden geçirmiştir. Hangi sistemde kendi gayesine yarar fikir bulmuşsa onu alıp kullanmakta hiç tereddüt etmemiştir. O’ nun için önemli olan sistem değil kuvvetli ve kudretli bir Türk Cumhuriyeti Devleti ortaya koymaktır.

İyi bir asker olan Atatürk gerek kendi hareketlerini, gerekse çevresindeki arkadaşlarının hareketlerini aldıkları neticeyle değerlendirmiştir. O’nun için her hareketin bir amacı vardır. Amaca ulaşılmışsa hareket doğru yapılmıştır. Ulaşılmamışsa hareket yanlıştır.

Cumhuriyet rejiminin iki büyük tehlikesi; Marksizm ve ümmetçilik… Milliyetçilik ve laiklik gibi iki temel fikirle bu büyük tehlikelerin önünü Atatürk sıkıca kapatmıştır. Milliyetçilik: Millet tabanına oturmuş bir devletin en tabii politikası ve karakteridir. Ancak, bu temel fikir iyi anlaşılamazsa, Turancılık gibi, faşizm gibi, nasyonal ve sosyalizm gibi bir takım tehlikeli alanlara sürükleyebilir. Bu sebeple; milliyetçiliğin tarifi iyi anlaşılmalıdır. Atatürk Türk milliyetçiliğinin tarifini dikkatle yapmıştır.

Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk milleti denir. Millet, dil, kültür ve ülke birliği ile birbirlerine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir politik ve toplumsal heyettir. Bu tariflerden de anlaşılacağı gibi Türk milliyetçiliğini ne ırkçılığa, ne faşizme ne de komünizme götürmek isteyenlere fırsat tanımaz. Laiklik ise: Türk devletinin komünizme kayması nasıl bir tehlike ise Ümmetçiliğe kayması da öylece bir tehlikedir.

Atatürk, bu ikinci tehlikenin kapısını kapamak için laiklik ilkesini devlete geçirdi. Laik devlet teokratik devletin zıttıdır. Teokratik devlette bütün girişimler din kurallarına göre yürütülür; buna karşılık laik devlette bütün girişimler, din kurallarından arındırılır. dinin devlet işlerine girmesine izin verilmez.

Cumhuriyet fikrinin temeli olan “seçimle iktidar olmak “yöntemi gerek Türk soyunun geleneklerinden ve gerekse İslam dininin esaslarından kaynaklandığı için bize yabancı değil. Bu yüzden Cumhuriyet fikrinde temele inen yatkınlarımız vardır. Millet tabanında Cumhuriyet idaresi bir suyun yokuş aşağı akması kadar tabii bir neticedir.

Sade bir iştir ama, cumhuriyetin karakterini tarihi toplum yapısına uygun olarak biçimlemek hiç de kolay şey değildir. Atatürk ve onun kullandığı metodoloji en değerli ürününü işte burada verdi. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel fikirleri içine laikliği alırken devleti üç tehlikeden korumak istiyordu.

a. Devlet kuvvetliyken, bu kuvvete güvenip İslamiyet’in temel fikirlerinden olan “Gana” düşüncesine kapılmanın kapılarını kapamak ve böylece Ümmetçiliğin yolunu kesmek.

b. Hangi sebeple olursa olsun devletin zaafa uğraması halinde, devleti ele geçirme hevesine kapılacak insanların din silahı ile üstünlük sağlamalarına engel olmak böylece politikada fırsat eşitliğini korumak.

c. Toplumda ve devlette kesin biçimde aklın hakimiyetini egemen kılmak Çünkü “Laik Devlet” demek toplumun bütün ihtiyaçlarına, sadece akla dayanan kanunlarla cevap vermek demektir.

Atatürk’ün toplum yapımıza dönük devrimlerinin en önemlisi, Medeni Kanunun kabulüdür. Tam anlamıyla bir devrim niteliğini taşır. Çünkü, bir toplumu, Doğu hukukundan batı hukukuna getiriyor. Örfe kadar uzanan ve yüzyılların oluşturduğu yapısını değiştiriyor. Onun yerine yeni bir toplum yapısı kuruyor. Devletin var olabilmesi için nasıl önce belli sınırları olan bir ülkenin sonrada özgür bir toplumun var olması zorunlu ise, toplumu yaratan fertlerinde ortak bir kültürü ve dünya görüşü olması, ister istemez zorunludur. Atatürk akılcı, deney ve bilime değer veren bir insan olduğuna göre elbette Batı uygarlığının seçileceği ortadadır.

Nitekim daha sonra yapılan harf devrimi; kıyafet devrimi, takvim devrimi, hukuk devrimi de laik eğitimin başarıya ulaşabilmesi için katlanılmış temel toplum düzenlemelerinden başka bir şey değildir. Atatürk metodolojisinin zorunlu sonuçlarıdır. Atatürk, Türk milletini tarif ederken “Dil, kültür, ülkü” birliğini milletin vazgeçilmez üç ana vasfı olarak belirtilmişti.

Bunlar, bir toplumun millet olması için elbette yeter, ancak milletlerinde büyük millet olması için dil ve kültürlerinin zengin ülkülerinin kendi toplumları ve dünya toplumları için yararlı olması gerektir. İşte Atatürk’ ün dil ve tarih üzerinde yıllar süren sürekli ve derin çalışmanın sebebi budur. Türk milletinin “Büyük Millet” olduğuna kesinlikle inanıyordu, bu inancını başkalarına belgelemek istemesi elbette tabiidir.

Atatürk imparatorluk tabanından millet tabanına geçerken nasıl imparatorluk çimentosu olan saltanat ve hilafeti kaldırmış ve millet tabanının tabii yönetim biçimi olan Cumhuriyet yönetimini kurmuşsa, aynı sebeplerle imparatorluk dili olan Osmanlıcayı bırakıp yeni Türk dilinin temellerini atmıştır. Eğer bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti varsa, eğer bir Türk Milleti varsa, canlı ve diri bir Türk dilinin de olması zorunludur. Atatürk’ e göre dil, milliyet duygusuna sıkı sıkıya bağlıdır. Milliyetçiliğin güçlenmesi için dilin güçlenmesi gereklidir.

Yönetimin meşru olması, kaçınılmaz bir şarttır. Bundan vazgeçilemez. Bu sebeple tarih boyunca yönetime çeşitli meşruiyet kaynakları aranmıştır. Meşruiyetin tek yolu seçimden geçer; seçmek bütün vatandaşların hakkıdır. Her vatandaşın oyu eş değerdir. Böyle bir ortamda seçilen insanların kurdukları yönetim meşrudur. Bu kurallara getirilen her kısıtlama yönetimi meşruiyetten ve başarıdan uzaklaştırır. Toplum çalkantılarının en büyük ölçüde yansıdığı sosyal mihraplar siyasi partilerdir.

Partiler sosyal çalkantıları kendi düşünceleri açısından değerlendirir. Meşruiyet kaynağı nasıl millet ise çarenin kaynağı da millettir. Millet parlamento yolu ile kendisini yönetir. Öyle ise çare parlamentodadır. Bugün parlamentoda grubu olan partiler “Düzeni değiştirmek isteyenler” ve “Düzeni korumak isteyenler” olmak üzere ikiye ayrılmış bulunuyorlar. Parlamenterlerimiz bir fikir düzeni içinde yerlerini yeniden gözden geçirmeli ve seçmenlerinin düşünceleri doğrultusundaki mevkilerini almalıdırlar.

Seçim kaygılarını bırakmanın, küçük hesapları bir yana itmenin ve şahsi menfaatlerinin üstüne çıkmanın tam sırasıdır.(Atatürk büyük Türk Milletine ve O’ nun bağrından çıkan Parlamentoya her zaman inanmıştır. En çetin günlerde Parlamento aldığı kararlarla O’nu desteklemiş yeni bir ülke kurmuş, yeni bir millet yaratmıştır. Atatürk bir metot sahibi idi. Atatürk halka yüzde yüz inanan müstesna bir aydındı.

Atatürk devrimleri ile yeni bir toplum yaratmayı amaçladı. Fakat devlet yapısını restore etmekle yetindi. Atatürk devleti ümmetçilik tehlikesinden korumak için Laikliği enternasyonal düşüncelerden korumak için milliyetçiliği anayasasına yerleştirdi. Atatürk güçlü devletten yana idi.

Atatürk; akıl, deney, bilim yolu ile eşyanın tabiatına uygun, insanın hayranlığına yarar biçimde düşünerek, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabileceğine inanıyordu. Atatürk, her çeşit taklitçiliğe, her çeşit sisteme karşı idi. Atatürk, çareyi millette gören bir devlet adamı idi. Atatürk, milletin üstün vasıflarına iman ölçüsünde inanıyordu. Atatürk, böylece Atatürk olmuştur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz